İNTERNET HABER

Mankurtlaşıyor muyuz?


24 Ocak 2009

 

Bir arkadaşım mankurtlaşma konusunda yazın bana bir mail göndermişti. Yazıyı defalarca okumuş  ve gündeme alma konusunda bir türlü karar verememiştim. Fakat yaşadığımız şu günlerde yaşanan olaylar bana tekrar bu yazıyı hatırlattı. Ve mankurtlaşma olayını sizlerle paylaşmak istedim.

 

Anadolu, ilk uygarlıkların ortaya çıktığı bir yer ve biz Anadolu'da yaşıyoruz. Bu topraklar çeşitli uygarlıkların kurulup geliştiği bir alan üzerindedir. Bu topraklarda kurulan devletlerin hemen hepsi dünyanın önemli olaylarında belirleyici olmuştur.

 

Hitit, Lidya, Roma, Selçuklu, Osmanlı Devleti bunlar arasındadır. Bu topraklarda yaşayıp da yeterince etkin ve öncül rol oynayamayan devlet sadece biziz. Kuşkusuz, uygarlıkları yaratan topraklar değil, kültürümüzdür.

Bu bilgiyi sadece ben değil, herkes biliyor. Dolayısıyla Türkiye'nin kendisinden önce gelenler gibi, bir süper devlet olmaması için her türlü çirkin girişim, entrika, terör, kriz... yaşayıp duruyoruz..

 

Türkiye yine çok cepheli bir ateş altında. Sürekli tehdit ve taciz altında tutuluyoruz. Ulusal reflekslerimiz yavaşlatılmak ve ulusal direncimiz kırılmak isteniyor.

 

Görünen o ki, mankurtlaştırılıyoruz!

Dilimizde "mankafa" sözcüğü argo da olsa yaygın biçimde kullanılmakla beraber, "mankurt" sözcüğünün aynı yaygınlıkta olmadığını biliriz. Mankurt sözcüğünü Aytmatov gündemimize yeniden soktu. Mankurtlaşmak, ulusal kimlikten uzaklaşma, topluma ve kültüre yabancılaşma, egemen güçlere ve süper devletlere yaranmayı içeren sosyolojik bir kavram olarak kullanılmaktadır.

Cengiz Aytmatov'un "Gün Olur Asra Bedel" adlı yapıtında anlattığı bir efsane vardır: Mankurt Efsanesi.

 

Juan-Juan adlı barbar bir toplum tutsak ettiği kişileri nitelikli  köleler haline getirmek için onların belleklerini silermiş.

Bunu şöyle yaparlarmış: Önce tutsağın başını kazır, saçlarını tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bu arada bir deveyi keser derisinin en kalın yeri olan boynundaki deriyi tutsağın kanlar içindeki kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Kuruyup büzülen deri kafayı mengene gibi sıkıp, dayanılmaz acılar verirmiş. Bir yandan da kazınan saçlar büyüyüp dışarı çıkamayınca başına batarmış. Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde dört beş gün aç susuz bırakılırmış. Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölürmüş. Kalanlar ise belleklerini yitirirmiş.

Tutsak zamanla kendine gelir yiyip içerek gücünü toparlarmış. Ama o artık bir insan değil, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan "mankurt" olurmuş. Bir mankurt kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını, çocukluğunu bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş. Bilinci, benliği olmadığı için, efendisine büyük avantaj sağlarmış. Ağzı var, dili yok, itaatli bir hayvandan farksız, kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir köle.

Onun için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmekmiş.