Yeni yılın son köşe yazısını dün, bugünde ilk köşe yazısını yazıyorum.
Önümüzde (bugünle birlikte) bizleri bekleyen tam 365 belirsiz gün var.
Zaman zaman ağlayacağımız, kimi zaman güleceğimiz ya da şaşkınlığa uğrayacağımız, üzülüp sevineceğimiz 365 gün...
Yeni yıl heyecanını bütün dünya insanları olarak, (zaman içinde değişmiş de olsa) farklı farklı örf ve adetler ile yerine getirmeye çalışmaktayız.
SEMBOLLER
Örneğin, Hıristiyan inanışında Noel’de önceleri hindi veya tavuk yenilirken, burnu ile toprağı ileri doğru dürterek yiyecek arayan ‘domuz’ artık sofralarda tercih edilir olmuş.
Yahudilerin yeni yılı olan Roş Haşana, Eylül ile Ekim aylarında iki gün olarak kutlanıyor.
Bayram boyunca yemekte ballı elma veya elma reçeli sunarlar.
Yahudi halkı için ‘Elma’ başından sonuna kadar yeni yılın tatlı geçmesi adına bir simge gibidir Aile reisinin bir lokma aldığı kuzu başı ise onun yaşamının uzaması ve ailenin köle değil, hep hür olmasının dileğini yansıtır.
Sofralarında ayrıca hurma, kabak, balık, pazı ve pırasa bulundururlar. Her birinin de sembolik anlamları var.
Çinliler, yeni yıla girerken Mutfak Tanrısı’na tatlı pirinç, kekler ve meyve şekerlemeleri ile bir veda yemeği düzenlerler.
Amerikalılar, süslü ve teatral partiler düzenleyerek, karmaşık yemek sunumları ile zengin sofralar hazırlarlar.
Rum, Ermeni, Musevi cemaatleri evlerinde, kendi geleneklerine uyarak kurdukları sofralarla kutlarlar.
Ermeniler, yeni yıl sofrasına “Anuşaburi Seğan” yani Anuşabur (tatlı, çorba, aşure) Masası derler.
Rum evlerinde yılbaşı çöreği “vasilopita” yoğurulur, komşulara dağıtılır.
Bize gelince... Yakın geçmişe dek Müslümanlar’ın yılbaşı ile pek bir alışverişleri yoktu.
1917’de savaştan kaçan Beyaz Ruslar’ın İstanbul’a gelmesiyle Avrupa’nın kentlerinde ki yaşam tarzı ve gelenekleri yavaş yavaş Beyoğlu’na yayılmaya başladı.
Bu tarihten sonra da yılbaşı kutlamalarına Müslümanlar da katılır oldular.
MİLADİ TAKVİM
1926 yılında miladi takvim kabul edilince yılbaşı resmi olarak 1 Ocak oldu.
Anlayacağınız tarih boyunca her kültürde yeni yıl sofralarının gündelik sofralardan daha bereketli olmasına özen gösterilmekte.
1938’de Nurullah Ataç şöyle demiş; “Bize böyle gönlümüzce vaatlerde bulunan bir gün nasıl sevilmez?”
(Yani bugün işte “O” gün)