Yıllarca üniversite sistemi içinde başörtüsü yasağının tartışmalarını yaşadık. Fakat bizim dönemimizde konu bu kadar kangren hale gelmemişti. Çünkü “yasak” yasaktı... Tartışmaya gerek bile duymuyorduk.
Hacettepe Üniversitesi’nde 86-90 y llar aras nda okudum. O zamanlar Bilkent Üniversitesi yeni açılmıştı. Bizim için çok büyük bir değişiklikti. Modern ve paralı bir üniversite.
Kantininde alakart restoran bile vard . Hacettepe Üniversitesi’nin Beytepe kampüsünü bilenler ne demek istediğimi iyi anlarlar. Çünkü bizim oras kar yağdığında ulaşım zorluğu nedeniyle ilk tatil olan, kerbela sayılabilecek bir yerde ve ortamdaydı.
Bilkent Üniversitesi bizlere yedi yıldızd geldiğinden öğlen tatillerinde sık sık oraya kaçardık.
1982 ve 1997 yıllar arasında bizler başörtüsü konusunda çok fazla sıkıntı yaşamadık.
Ancak bizden sonra, yani 90’lardan sonra durum değişti. Önce başörtüsü yerine “türban” denmeye başlandı . Sonra da yaşanan tartışmalara rağmen taviz verip okumaya devam eden de oldu, taviz vermeyerek okulu bırakanlar da. Hatta Türkiye Cumhuriyeti’ni İnsan Haklar Mahkemesi’ne şikayet edenlerde...
Newsweek Türkiye’nin bu haftaki say s nda okuduğum bir makale sonunda beni de bu konuda isyana itti. Ki ben de kamu alanında başörtüsüne karş olan kesimdenim.
Şükran Erdem isimli genç bir bayan 1996’da Cerrahpaşa T p Fakültesi’ni kazanmış. Hatta o kadar başarılıymış ki, tıpta uzmanlık sınavında 5’inci olmuş.
Fakat Anabilim Dal Başkan Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu bir gün kendisine rastlamış ve başörtüsünü görmüş. Yönetmeliğe aykırı gerekçesi ile göreve devam edemeyeceğini söylemiş. Araya hatırlı kişiler girer ve Alemdaroğlu, kendisine “peki” diyerek şu şart koşar: Erdem ortalıkta görünmeyecek. Hatta işin kolayını bulur ve Erdem’i Genel Cerrahi Müzesin’de görevlendirirler.
Fakat bir gün olanlar olmuş, Erdem başörtülü bir ziyaretçiyle bölüm koridorunda görüşmek zorunda kalmış ve Alemdaroğlu tarafından görülmüş. Bu sefer radikal bir kararlar Erdem’i müzeye kapatıp üzerine kapıyı kilitlemişler. Erdem sadece öğle tatilinde ve ihtiyacı olduğunda dışarı çıkabilmiş.
Sonuç?
Tabiki isyan ve İnsan Hakları Komisyonu’na şikayet...
Ben olsam ben de isyan ederdim. Bu kadar da olmaz, olmamalı...
Ama hükümetin “demokrasi ve özgürlük” kavramını hala anlayabilmiş değilim.