Bu hafta Noel tatilini fırsat bilip 5 günlüğüne bir arkadaşımla Paris’e uçtuk. Eşlerle tatil tabi ki her zaman güzeldir, ama kadın kadına tatilin de tadı ne yalan söyleyeyim bir başka oluyor. Yaklaşık 2000 yıllık tarihe sahip olan bu muhteşem güzellikte ki şehri hakkıyla gezmek 5 günde mümkün olmayacağından bizde önceliği alışverişe verelim dedik. Aslında Paris’de yürüyüşe çıkmak yaşanabilecek en büyük zevklerden biri. Tabi eğer kendinizi sayısız cafe ve dükkana girmekten alıkoyabilirseniz. Fakat aksi ne mümkün...Çünkü Paris sanki kadınları alışverişe kışkırtmak için inşa edilmiş bir şehir. Bir şehrin neredeyse her bölgesinde bütün ünlü markaları sıralamış caddelerin sokakların olması mümkün müdür? Hangi caddeye, hangi sokağa girsem karşımda Chanel, Gucci ,Hermes vs. gibi markaları bir arada buldum.
Her şeyin son derece pahallı olduğu şehirde alışveriş kısmını (kendimi bile şaşırtacak kadar) hızlı bir şekilde geçmek zorunda kalınca sıra meşhur Louvre müzesine ve Mona Lisa’yı ziyarete geldi. Gezimizin bu kısmı da bittikten sonra sıra Eiffel’e geldi. Oraya vardığımızda hava kararmış olduğundan bizi ışıl ışıl bir Eiffel karşıladı. Karşımda muhteşem ışık şöleni içinde yükselen Eiffel kulesini görünce resmen büyülendim. Hemen içine girip dilek tuttum. Sadece Eiffel’i görmek için bile Paris’e gitmeye değer.
Paris şehir planı, genellikle her katında iki ya da daha fazla daire bulunan altı katlı apartmanlardan oluşuyor. Yani bizde ki gibi şekilsiz yapılanmaları, akıllı binalar adı altında ki upuzun rezidansları orada görmeniz mümkün değil. Şehirdeki bulvarlarda bulunan kafeler, Paris halkının en büyük uğrak yerleri. Ve inanın her biri birbirinden şık ve güzel. Soğuk havadan kaçıp sık sık sığındığımız kafelerde bol bol sıcak şarap içip birbirinden lezzetli olan pastalardan tatmayı ihmal etmedik. Parisliler her nedense kaba ve kibirli oluşlarıyla ün salmışlar. Bence bu dedikoduyu kim yaydıysa son derece yanlış gözlemlemiş. Parisliler kesinlikle kaba değiller, sadece son derece (insanı çatlatacak kadar) rahat tipler.
Paris’te bir dükkana girdiğinizde söyleyeceğiniz “Bonjour“, birinin dikkatini çekmek istediğinizde kullanacağınız “excusez-moi” ya da yanlışlıkla birine çarptığınızda “Pardon” diyebiliyor olmanız en asık suratlı mağaza görevlisini bile gülümseyen bir yardımcıya, en huysuz insanı da anlayışlı bir vatandaşa dönüştürmeye yetip de artıyor. Bu sayede anladım ki ‘nezaket’ Fransa’da oldukça önemli bir davranış şekli. Tıpkı bizde olduğu gibi... Bir de adamlar bizi neden AB ‘ye almıyorlar diye hala düşünüp durmaktayız. (Düşünelim düşünelim beki yanıtı buluruz...)