Güreş ağırlıklı zannettiğimden ön yargı ile gittiğim Foxcatcher hakkında vizyona girdiğinden beri aslında hep olumlu eleştiriler duymaktaydım.
Sonunda filmi izledim ve inanın hala etkisinden kurtulabilmiş değilim. Gerçek bir hayat hikayesinden yola çıkan Foxchatcher hiç de basit bir film değil; tam tersine, gergin atmosferi, ince hesaplanmış yönetimi ve emek verilmiş oyunculuk performanslarıyla son derece keyif verici bir sürpriz oldu bana. İzlemeyenlere ilk fırsatta izlemelerini tavsiye ederim.
Filmi seyrettikten sonra ilk işim du Pont ailesini araştırmak, yaşanan trajik olayla ilgili gerçek gazete küpürlerini okumak ve ailenin resimlerine bakmak oldu.
Foxcatcher, eksantrik bir milyoner. Film, onun ve iki şampiyon güreşçi arasındaki trajik ilişkinin karanlık ve büyüleyici hikayesini anlatıyor.
MÜLKÜNE DAVET EDİLİR
Altın Madalyalı güreşçi Mark Schultz (Channing Tatum) 1988 Seul Olimpiyatları için bir ekip oluşturmak için zengin varis John du Pont (Steve Carell) tarafından Pont mülküne davet edilir. Shultz nihayet saygın kardeşi Dave’in (Mark Ruffalo) gölgesinden dışarı adım atabilmek umuduyla bu fırsatın üstüne atlar. Gizli ihtiyaçları (kokain bağımlısı) doğrultusunda motivasyon bulan Pont, güreş takımını çalıştırarak onu onaylamayan annesi (Vanessa Redgrave) ve etrafındakilerin saygısını kazanmaya çalışmaktadır. Pont’un dünyasından ve yoğun ilgisinden etkilenen Mark onu bir baba figürü olarak kabul eder ve yavaş yavaş ağabeyinden uzaklaşmaya başlar.
Başlangıçta destekleyici olan Pont’un değişken karakteri ilerleyen dönemlerde Mark’a oyun-psikolojisi uygular ve eğitimini olumsuz etkiler.
Pont’un Mark ve Dave kardeşlere azalan ilgisi ve artan paranoyası üçlü arasında beklenmeyen bir trajediye yol açar. Sizlere neredeyse filmin tamamını anlattım. En iyisi bir an önce gidip seyredin. Kesinlikle hayal kırıklığına uğramayacaksınız.