HABERTÜRK

Birey yetiştirmek


28 Ocak 2012

20 yaşında artık delikanlı denecek yaşta bir oğlum olduğunu sürekli dilimde olduğundan neredeyse yedi cihan bilmekte. Hani görmemişin oğlu olmuş misali... Ama ne yapayım, yanlızca bir tane... Sevgili oğlum, ortaöğretim yıllarındayken “Ah şu lisenin bittiği günü bir görsem deve keseceğim” derdim. Sağolsun bana az yaka silktirmemiştir. Hatta o kadar ki okul yetkilileri Kerem’le beraber bana da mezuniyet günü için bir diploma hazırlamayı planlamışlardı. Aylar, yıllar geçti ve Kerem liseyi bitirdi. Üniversite sınavına hazırlık süresi boyunca ise bir gram bile sınav stresi yaşamayıp bol bol bana stres yapmıştı. Sonuç olarak da Türkiye’nin sayılı üniversitelerinden birine girmeyi başardı. Sınav sonuçları açıklandığında sevinçten atmış olduğum çığlığın Everest Tepesi’nden dahi duyulmuş olması mümkündür.

Hatta aynı gün oğluma o coşkuyla “Tamam, benden buraya kadar. Üniversiteli oldun. Benim sorumluluğum bitti. Artık seni kendi haline bırakacağım ve ayaklarının üzerinde durmayı öğreneceksin. İstanbul gibi bir şehirde hem doya doya öğrencilik hayatını yaşayacak hem de okulunu bitireceksin” şeklinde uzun bir söylev çekmiştim. Eh, ne demişler...? Büyük lokma ye, büyük söz söyleme! Fazla büyük konuşmuşum. Kerem’in İstanbul’da üniversite hayatının başlaması ile birlikte meğerse hayatımızda yeni bir ‘sorunlar yumağı’ sayfası açılmış. Kerem özgür ruh olarak üniversite hayatını yaşamak istediğini söylerken ben “Oğlum, burası İstanbul. Aman dikkatli ol. (Genç kız olsa neredeyse ‘gazozuna hap atarlar’ diyeceğim) Taksim, Beyoğlu civarlarında fazla dolanma. Bak oralarda canlı bombalar dolanıp duruyor” diye diye hafiften paranoyak oldum. Oğlumu o kadar çok telefon tacizine uğrattım ki “Neredesin, kiminlesin? şeklinde, çocuk cep telefonundan nefret eder oldu. Aslına bakarsanız, her zaman unuttuğum bir nokta var; annenin tutumları, çocuğu birey yapar.

Ailesi tarafından sorumluluk verilen ve özgüveni gelişen çocuklar, gelecekte başarısı yüksek bir birey olmaya en yakın adaylardır. Fakat içinde bulunduğumuz koşullar dikkate alındığında anne-çocuk ilişkisi annenin kontrolü altında özgürleşemeyen bireyler olarak yetişmelerine neden olmakta. Bu da gençleri bitmeyen bir ergenliğe, öfkeye, güvensizliğe dolayısıyla başarısızlığa sürüklüyor. En önemli yanlış ise annelerin, doğruları kendi inşa ettikleri duvarlar içinde öğretmeye çalışmalarından kaynaklanmakta. Yani neymiş? (Hazır sömestir tatili gelmiş, düşünmeye vakit ayırmışken) “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla”ymış.