Dün sizlere Alman misafirlerimle konuşurken Türkiye ve içinden geçtiği dönem hakkındaki sohbetlerimizden bahsetmiştim. Onların görüşü, “Türkiye olumlu bir süreçten geçiyor. Başbakan Erdoğan önemli bir lider. Sanki herkese iyilik yapmaya çalışır gibi bir görüntü içinde.”
Yaptıkları yorumlardan ve Almanya’da dış basınında okuduklarını yorumlama şekillerinden çıkardığım sonuç bu.
Ya ben onların baktığı pencereden bakmıyor veya bakamıyorum. Ya da onlara oradan öyle gözüküyor.
Tabi bir ihtimal daha var. Böyle bir imaj verilmeye çalışıyor da olabiliyor.
Diğer taraftan da Türkiye’ye gelip yaşam şartlarımızı, kültürümüzü görünce yabancılar da ikileme düşüyorlar.
Aynı ikilem Türk insanı içinde geçerli değil mi? Biz kendimizi bulamamış, anlayamamışken yabancılar nasıl anlasın?
Sırf bu çelişkiler yüzünden sordukları sorulara yanıtlar verirken zorlanıyor, hatta bazen kendim bile çelişkiler yaşıyorum. Dünkü köşe yazımda sizlere aktardığım gibi...
Yazımı okuyamayan okurlarımız için küçük bir hatırlatma yapayım;
Alman misafirlerimi Sakız Adası’na götürdüğümde adanın köylerini gezerken Mesta köyüne kadar gittik.
Yol üzerinde gördüğümüz bahçe içindeki köy evlerinin birçoğunun kendi sınırları içinde minik birer kiliseleri vardı. Hiçbir şekilde göz zevkimi rahatsız etmeyen bu şirin kiliseler son derece hoş görünüyorlardı.
Ardından da ‘aynı şeyi biz yapsak kim bilir neler olur ?’ diye düşündüm.
Örneğin; Çeşme, Kuşadası ya da Foça...
Bahçe içindeki evine canı isteyen minik bir mescit yapabilir mi?
Yapan kişinin neler yaşayacağını veya alacağı tepkileri düşünebiliyor musunuz?
* * *
Pazartesi günü de YÖK sessizce üniversitelere öğrencilerin “disiplin yönetmeliğine” aykırı durumları nedeniyle sınıftan çıkarılamayacağını duyurdu.
Yani kampüse giren başörtülü öğrenci, derse de girecek.
YÖK’ün bu sessiz emrivaki icraatı üzerine ortalık ayağa kalktı.
Akşam haberlerinde üniversite öğrencileri ile yapılan röportajları dinliyorum. Hemen hemen her öğrencinin verdiği yanıt aynı; “Biz nasıl okula istediğimiz gibi giyinerek geliyorsak, bu arkadaşlarımız da istedikleri gibi gelebilmeliler. Bizler küpe, pirsing takıyoruz. Kimse bize karışmıyor. Onlar neden başörtüsü takmasınlar? Özgürlüklere karışılmamalı.”
Doğru söze -düşünceye- ne denebilir ki?
Şimdi, doluya koyuyorum olmuyor. Boşa koyuyorum yine olmuyor...
Türkiye gibi ben de çelişki içindeyim.
Belki de tartışılması gereken sadece “türban” ve “başörtüsü” kelimeleri...