HABERTÜRK

Arap milliyetçiliği


13 Haziran 2010

Türk-Arap İşbirliği Forumu (TAF) 3. Dışişleri Bakanları Toplantısı İstanbul’da gerçekleştirildiği gün, düzenlenen basın toplantısında konuşan Arap Birliği Dönem Başkanı Libya’nın Dışişleri Başkanı Musa Emhemed Kusa, geçmişte İspanya işgal için Afrika’nın kuzeyine geldiğinde Osmanlı İmparatorluğu’nun devreye girdiğini ve bölgeden işgalcileri temizlediğini anlatmış.

Ve devam etmiş: “O dönemde Türklerin bu müdahalesi olmasaydı bugün Kuzey Afrika’da Arap devleti kalmazdı. Türk-Arap halkları arasında kan birliği var. Bugün Türkiye’nin rolünün garipsenmemesi gerekir. Bizim birbirimizden ayrılmamız mümkün değil.”

Yani bu açıklamadan da anlaşılacağı gibi Türkiye yıllardır batıya çevirdiği yüzünü, Ortadoğu Birliği’ne çevirmiş. Meğer yıllardır Mustafa Kemal Atatürk’ün temellerini attığı ve Türk ulusuna, Türk gençliğine emanet ettiği batılılaşma politikaları çöp olduğu gibi AB’yi de sınıyormuşuz.

Sayın Başbakanımız, “AB müktesebatının gereğini yapmaya devam ediyoruz. Bu bir testtir. AB teste tabi olduğunun hala farkında değil” demiş.

Bütün bu geçen konuşmalar ve yaşadığımız süreci, geçirdiğimiz garip evreyi göz önüne alarak kendi kendime biraz geçmişin tozlu raflarında gezineyim dedim.

Arap milletçiliği yeni bir oluşum olmadığı gibi kökü tek bir nedene de dayanmamaktadır.

19’uncu yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlı idaresindeki Arapların özerklik, sonra da bağımsızlık için mücadeleleri önce Suriye’de başlamış. Bu sıralarda Mısır’da din kisvesi altında böyle bir hareketi başlatmak üzereymiş. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise Arap milliyetçiliği iyiden iyiye yükselmeye başlamış. Çünkü petrol yataklarını korumaya çalışan Arap millliyetçileri, topraklarında yabancı askerlerin ve üstlerin olmasını istemiyorlardı.

İlk defa 1950 yılında ortaya atılan “Ortadoğu Savunma Örgütü” fikri çerçevesinde Amerika, Fransa ve Türkiye bu örgüte destek verecek, gönüllü işbirliği yapılacaktı. Türkiye’nin Müslüman bir ülke olması ise tüm şüpheleri bertaraf etmeye yeterli gözüküyordu.

Fakat İngilizler Türkiye’nin NATO’ya girmesine karşıydılar. Türkiye’yi sadece “Orta Doğu ittifakı” gibi bir olayla bağlamak istiyorlardı. Fakat Türkiye kendini batının ayrılmaz parçası sayıyordu.

Yeni Türkiye Cumhuriyeti anlaşılacağı üzere Batılılaşmak hareketi yüzünden sırtını tamamen doğuya çevirmişti. Çünkü Türkler Birinci Dünya Savaşı’nı ve özellikle Arapların ihanetini unutamıyorlardı.

Şimdi ise geldiğimiz konum oldukça kafa karıştırıyor.

Halk arasında dolaşan “Ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın yüzü” sözünü hatırlayacak olursanız ne demek istediğimi sanırım daha net anlatmış olacağım.