Sanırım önümüzdeki günlerde Türkiye, Dersim tartışmalarını bir kenara bırakıp yeni anayasa hazırlıklarının başlatıldığı şu günlerde, ‘Başkanlık ve Yarı Başkanlık Sistemleri’ni tartışmaya başlayacak.
“2012 kehanetin mi?” diye soracak olursanız...
Evet...
Bana bu hissiyatı veren nedenlere gelince... Birkaç akşamdır
2012 kehanetim...!
Sanırım önümüzdeki günlerde Türkiye, Dersim tartışmalarını bir kenara bırakıp yeni anayasa hazırlıklarının başlatıldığı şu günlerde, ‘Başkanlık ve Yarı Başkanlık Sistemleri’ni tartışmaya başlayacak.
“2012 kehanetin mi?” diye soracak olursanız...
Evet...
Bana bu hissiyatı veren nedenlere gelince... Birkaç akşamdır Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü ekranlarda demeç verirken görüyoruz. Konuşmalarının sınırlarını da sanki daha bir genişletmiş. Bu hissiyat da bana aktif siyasete dönüş sinyalleri gibi geldi.
Ama söz konusu Cumhurbaşkanlığı makamı olunca... Tabi ki attan inip eşeğe binmek olmaz.
Eh, ne olur?
Olsa olsa ancak ‘başkanlık’ veya ‘yarı başkanlık’ söz konusu olur.
Ülkemiz koşullarında her türlü antidemokratik gelişmeye açık bir rejim olan ABD tipi bir başkanlık sisteminin benimsenmesi zor gözüküyor.
Bu tez ortaya atıldığında ülkemizdeki savunucuları da zaten sık sık geçmişteki ‘padişahlık’ rejimini hatırlatarak şu örneği vermekteler:
Kurtuluş Savaşı koşulları içinde bile başkanlık hükümeti rejimini tercih etmeyen Mustafa Kemal Atatürk, bu nedenle siyaset bilimi literatüründe dünyanın ünlü diktatörleri arasında yer almamaktadır. (Her ne kadar bazı kesimler Atatürk’ü diktatör olarak tanımlamakta ısrar etseler de...)
Ve yine Atatürk ve onun kurduğu Meclis sayesinde Birinci (1876) ve İkinci (1908) Meşrutiyet ile başlayan parlamentarizm, günümüze kadar başarılı bir biçimde devam ettirilmiştir.
Yaşanan darbelere rağmen değişik dinlerden, dillerden, ırklardan, mezheplerden ve çevrelerden gelerek kendilerini ifade etme özgürlüğü bulan ulusumuzun temsilcileri, ‘kayıtsız ve şartsız egemen’ oldukları meclislerimizde gerektiğinde birlik ve dayanışmanın en güzel ve tarihi örneklerini de vermişlerdir.
Son zamanlarda Türkiye’nin içinden geçtiği süreçler, seçim sistemimizden kaynaklanan rahatsızlıklar, baraj sıkıntıları göz önüne alınacak olursa Cumhurbaşkanı’nın konumunu güçlendirerek ve yetkilerini biraz daha artırarak ‘yarı başkanlık’ sistemi yolunda devletin yeniden yapılandırılmasında yarar vardır. Kısaca 2012 kehanetimi özetlemek gerekirse...
“Operasyon geçirerek rahatsızlanan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yeni yılda siyasete devam etmeme kararı alacak olsa Başbakan kim olur?” tartışmaları beni kahin olmaya zorladı.
Ahmet Davutoğlu, Bülent Arınç isimleri zikredilirken ben gözümü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e dikmiş durumdayım.
İşte bu nedenle de “Yeni Anayasa hazırlıklarının yapıldığı şu günler ‘yarı başkanlık’ sistemi tartışmaları yeniden gündeme gelecektir” diyorum...!
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü ekranlarda demeç verirken görüyoruz. Konuşmalarının sınırlarını da sanki daha bir genişletmiş. Bu hissiyat da bana aktif siyasete dönüş sinyalleri gibi geldi.
Ama söz konusu Cumhurbaşkanlığı makamı olunca... Tabi ki attan inip eşeğe binmek olmaz.
Eh, ne olur?
Olsa olsa ancak ‘başkanlık’ veya ‘yarı başkanlık’ söz konusu olur.
Ülkemiz koşullarında her türlü antidemokratik gelişmeye açık bir rejim olan ABD tipi bir başkanlık sisteminin benimsenmesi zor gözüküyor.
Bu tez ortaya atıldığında ülkemizdeki savunucuları da zaten sık sık geçmişteki ‘padişahlık’ rejimini hatırlatarak şu örneği vermekteler:
Kurtuluş Savaşı koşulları içinde bile başkanlık hükümeti rejimini tercih etmeyen Mustafa Kemal Atatürk, bu nedenle siyaset bilimi literatüründe dünyanın ünlü diktatörleri arasında yer almamaktadır. (Her ne kadar bazı kesimler Atatürk’ü diktatör olarak tanımlamakta ısrar etseler de...)
Ve yine Atatürk ve onun kurduğu Meclis sayesinde Birinci (1876) ve İkinci (1908) Meşrutiyet ile başlayan parlamentarizm, günümüze kadar başarılı bir biçimde devam ettirilmiştir.
Yaşanan darbelere rağmen değişik dinlerden, dillerden, ırklardan, mezheplerden ve çevrelerden gelerek kendilerini ifade etme özgürlüğü bulan ulusumuzun temsilcileri, ‘kayıtsız ve şartsız egemen’ oldukları meclislerimizde gerektiğinde birlik ve dayanışmanın en güzel ve tarihi örneklerini de vermişlerdir.
Son zamanlarda Türkiye’nin içinden geçtiği süreçler, seçim sistemimizden kaynaklanan rahatsızlıklar, baraj sıkıntıları göz önüne alınacak olursa Cumhurbaşkanı’nın konumunu güçlendirerek ve yetkilerini biraz daha artırarak ‘yarı başkanlık’ sistemi yolunda devletin yeniden yapılandırılmasında yarar vardır. Kısaca 2012 kehanetimi özetlemek gerekirse...
“Operasyon geçirerek rahatsızlanan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yeni yılda siyasete devam etmeme kararı alacak olsa Başbakan kim olur?” tartışmaları beni kahin olmaya zorladı.
Ahmet Davutoğlu, Bülent Arınç isimleri zikredilirken ben gözümü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e dikmiş durumdayım.
İşte bu nedenle de “Yeni Anayasa hazırlıklarının yapıldığı şu günler ‘yarı başkanlık’ sistemi tartışmaları yeniden gündeme gelecektir” diyorum...!